Romantizmin bebekliğinize kadar dayandığını ve aslında annenizle kurduğunuz ilişkinin sağlıklı olup olmadığına göre tüm ilişkilerinize yön verdiğinizi biliyor muydunuz?
Yaşadığınız ilişkide karşınızdakine bağlı ya da bağımlı olmanızın temelinin, bebeklik döneminde annenizle olan ilişkinizden kaynaklandığına dikkat çeken Hisar Intercontinental Hospital Uzm. Psikoloğu Gülşah Yahşi; ‘İnsanlar birbirleriyle kurdukları bağlarla beslenir, gelişir ve olgunlaşırlar. Sevilmek ve sevebilmek insan hayatında vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Romantik ilişkilerde aşk, sevmek ve sevilmek en yoğun ve özgün biçimde yaşanır. Herkesin hikayesi başkadır ve özünde tüm aşk hikayeleri bir tamamlanma arzusuyla ilişkilidir.
Aşkta ruhlar birleşir ve çiftlerin arzu ettiği şey, geleceğe amaç ve anlamı birlikte katmaktır. Gelecek şekillenir ve anlamlandırılırken ruhsal dünyanın tüm zenginlikleri kullanılır. Bu, geçmişten getirilen arzular, yoksunluklar, hassasiyetler, korkular gibi pek çok duyguları da beraberinde getirir. Herkes bu duygulara sahiptir, herkesin yaraları vardır; çünkü örselenmemiş çocuk yoktur. Duygusal yaşamdaki kırılmalar, hassasiyetler, zaaflar bizi yaşamın ilk yıllarına kadar götürür. Ruhsal dünyanın temellerinin atıldığı çocukluk yılları romantik ilişkilerde kendi izlerini ortaya koyar. Romantik ilişkilerde yaşanan çatırdamaları anlamak ve çözmek için çocukluğun yetişkinlikteki izdüşümlerini yakalamak doğru olabilir.’ diye konuştu.
Herkes İçin İlk Aşk Annedir…
Anne ilk duygusal ilişkiye girilen kişidir. İlişki kurmak onunla öğrenilir ve anneyle olan ilişki tüm yaşam boyu izlerini gösterir. Romantik ilişkilerde de anneyle kurulan ilişkinin yansımaları yoğun ve çarpıcı şekilde görülür. Anneyle o ilk ve öznel ilişkinin başlangıcı, oral dönem olarak bilinen yaşamın ilk yılıdır. Bebek, ağız bölgesiyle ve meme yoluyla beslenme ihtiyacını karşılar. Kendisini annenin adeta devamı gibi hisseder ve anneden ayrı bir varlık olduğunu algılayamaz; ancak büyüdükçe anneden ayrı bir kendisi olduğunu anlar. Bu zamana kadar geçen süreçte anne bebeğine ruhsal zenginliğini sunar.
Bebeğe değerli, özel ve sevilmeye değer olduğunu hissettirir. Bu dönemde bebek ve anne çoğunlukla birlikte vakit geçiriyor olsalar bile, artık ufak ayrılıkları da yaşamaya başlarlar. Bebek ve annenin zaman zaman ayrı kalıp sonra tekrar bir araya gelmesiyle, bebek anneden ayrı kalabilmeyi ve bunu daha kolay tolere etmeyi deneyimlemiş olur. Anne kısa süreler için gittiğinde, bebek annenin onun hayatında olduğuna ve olmaya da devam edeceğine güven duymaya başlar. Bu ilk deneyimler bebeğin, çevresindeki her şey ile olan ilişkisini etkiler. Bu güvenle dünyayı keşif için heyecanlı olan bebek, arkasını döndüğünde annesinin gülen yüzünü görerek daha da coşkuyla dolar ve anneyle bağımlı bir ilişkiden bağlı bir ilişkiye doğru adım atmaya başlamış olur.
Sağlıklı Bir İlişki Sağlıklı Bir Aile İlişkisine Dayanır!
Oral dönemi sağlıklı geçiren bir kişi hem partnerini hem de kendisini sevilmeye değer bulur. Partnerinden ayrı kaldığında endişeye kapılıp “Ne yaparsam beni terk etmez? Ne yaparsam beni sever?” diye sormaz. Bu gibi sorularla boğuşan kişinin kendi sevilebilirliğine inancı zayıf demektir. Kendi sevilebilirliğine duyulan inancı zayıfsa, yetişkinlikte de eşe göre hareket etme ve ayrılık korkusuyla davranma, doğal sonuçlardan olabilir. Bu da kişiyi hem kendi hayatını hem de partnerinin hayatını kısıtlayan birtakım davranışlara sürükleyebilir ve mutsuzluk, beklenen sonuç olarak çiftin karşısına çıkabilir. Doğumdan itibaren yaşama bakıldığında her dönemin kendine özgü olduğu ve kişilikte ayrı etkiler oluşturduğu görülür. Tüm çocukluk öyküsü aslında bir “ben” yaratma öyküsüdür. Zaman içinde büyümekte-olgunlaşmakta olan bedene ve ruha kültürle, dinle, sosyal çevreyle, aileyle, sahip olunan ve olunmayan her şeyin etkisiyle yeni pencereler eklenir. Bu anlamda düşündüğümüzde, herkes biricik ve kendine özgüdür.
Bir ilişkide esneklik, hoşgörü, anlama hevesi, ilgi yoksa ilişki kaldıramayacağından fazlasını yüklenen bir tahta parçası gibi çatırdamaya başlar. Tahta katıdır, serttir, esneklikten yoksundur, kaldırabileceği yük bellidir. Tahtaya fazlasını yüklerseniz, onu taşıyamaz. Önce çatırdamaya başlar, sonra kırılır. İki ayrı parçaya ayrılır.
Aşkın bir tamamlanma-tamamlama arzusu olduğunu kabul edip, romantik ilişkilerdeki hikayelerin nasıl bir yolculukla yazıldığını anlamak, o hali kabullenmek ve sevmek işleri kolaylaştırabilir. İlişkilerdeki sürtüşmelerin, tartışmaların, çatışmaların altında yatan, geçmiş ile bağlantılı birçok neden olabilir. Çoğu zaman romantik ilişkilerdeki katı tutumlar çocukluk ihtiyaçlarından gelir. Önce kendimizi ve sonra partnerimizi keşfe karşı ne kadar ilgili ve esnek olursak ilişkinizde mutluluğunuz o kadar artar.
Yaşadığınız ilişkide karşınızdakine bağlı ya da bağımlı olmanızın temelinin, bebeklik döneminde annenizle olan ilişkinizden kaynaklandığına dikkat çeken Hisar Intercontinental Hospital Uzm. Psikoloğu Gülşah Yahşi; ‘İnsanlar birbirleriyle kurdukları bağlarla beslenir, gelişir ve olgunlaşırlar. Sevilmek ve sevebilmek insan hayatında vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Romantik ilişkilerde aşk, sevmek ve sevilmek en yoğun ve özgün biçimde yaşanır. Herkesin hikayesi başkadır ve özünde tüm aşk hikayeleri bir tamamlanma arzusuyla ilişkilidir.
Aşkta ruhlar birleşir ve çiftlerin arzu ettiği şey, geleceğe amaç ve anlamı birlikte katmaktır. Gelecek şekillenir ve anlamlandırılırken ruhsal dünyanın tüm zenginlikleri kullanılır. Bu, geçmişten getirilen arzular, yoksunluklar, hassasiyetler, korkular gibi pek çok duyguları da beraberinde getirir. Herkes bu duygulara sahiptir, herkesin yaraları vardır; çünkü örselenmemiş çocuk yoktur. Duygusal yaşamdaki kırılmalar, hassasiyetler, zaaflar bizi yaşamın ilk yıllarına kadar götürür. Ruhsal dünyanın temellerinin atıldığı çocukluk yılları romantik ilişkilerde kendi izlerini ortaya koyar. Romantik ilişkilerde yaşanan çatırdamaları anlamak ve çözmek için çocukluğun yetişkinlikteki izdüşümlerini yakalamak doğru olabilir.’ diye konuştu.
Herkes İçin İlk Aşk Annedir…
Anne ilk duygusal ilişkiye girilen kişidir. İlişki kurmak onunla öğrenilir ve anneyle olan ilişki tüm yaşam boyu izlerini gösterir. Romantik ilişkilerde de anneyle kurulan ilişkinin yansımaları yoğun ve çarpıcı şekilde görülür. Anneyle o ilk ve öznel ilişkinin başlangıcı, oral dönem olarak bilinen yaşamın ilk yılıdır. Bebek, ağız bölgesiyle ve meme yoluyla beslenme ihtiyacını karşılar. Kendisini annenin adeta devamı gibi hisseder ve anneden ayrı bir varlık olduğunu algılayamaz; ancak büyüdükçe anneden ayrı bir kendisi olduğunu anlar. Bu zamana kadar geçen süreçte anne bebeğine ruhsal zenginliğini sunar.
Bebeğe değerli, özel ve sevilmeye değer olduğunu hissettirir. Bu dönemde bebek ve anne çoğunlukla birlikte vakit geçiriyor olsalar bile, artık ufak ayrılıkları da yaşamaya başlarlar. Bebek ve annenin zaman zaman ayrı kalıp sonra tekrar bir araya gelmesiyle, bebek anneden ayrı kalabilmeyi ve bunu daha kolay tolere etmeyi deneyimlemiş olur. Anne kısa süreler için gittiğinde, bebek annenin onun hayatında olduğuna ve olmaya da devam edeceğine güven duymaya başlar. Bu ilk deneyimler bebeğin, çevresindeki her şey ile olan ilişkisini etkiler. Bu güvenle dünyayı keşif için heyecanlı olan bebek, arkasını döndüğünde annesinin gülen yüzünü görerek daha da coşkuyla dolar ve anneyle bağımlı bir ilişkiden bağlı bir ilişkiye doğru adım atmaya başlamış olur.
Sağlıklı Bir İlişki Sağlıklı Bir Aile İlişkisine Dayanır!
Oral dönemi sağlıklı geçiren bir kişi hem partnerini hem de kendisini sevilmeye değer bulur. Partnerinden ayrı kaldığında endişeye kapılıp “Ne yaparsam beni terk etmez? Ne yaparsam beni sever?” diye sormaz. Bu gibi sorularla boğuşan kişinin kendi sevilebilirliğine inancı zayıf demektir. Kendi sevilebilirliğine duyulan inancı zayıfsa, yetişkinlikte de eşe göre hareket etme ve ayrılık korkusuyla davranma, doğal sonuçlardan olabilir. Bu da kişiyi hem kendi hayatını hem de partnerinin hayatını kısıtlayan birtakım davranışlara sürükleyebilir ve mutsuzluk, beklenen sonuç olarak çiftin karşısına çıkabilir. Doğumdan itibaren yaşama bakıldığında her dönemin kendine özgü olduğu ve kişilikte ayrı etkiler oluşturduğu görülür. Tüm çocukluk öyküsü aslında bir “ben” yaratma öyküsüdür. Zaman içinde büyümekte-olgunlaşmakta olan bedene ve ruha kültürle, dinle, sosyal çevreyle, aileyle, sahip olunan ve olunmayan her şeyin etkisiyle yeni pencereler eklenir. Bu anlamda düşündüğümüzde, herkes biricik ve kendine özgüdür.
Bir ilişkide esneklik, hoşgörü, anlama hevesi, ilgi yoksa ilişki kaldıramayacağından fazlasını yüklenen bir tahta parçası gibi çatırdamaya başlar. Tahta katıdır, serttir, esneklikten yoksundur, kaldırabileceği yük bellidir. Tahtaya fazlasını yüklerseniz, onu taşıyamaz. Önce çatırdamaya başlar, sonra kırılır. İki ayrı parçaya ayrılır.
Aşkın bir tamamlanma-tamamlama arzusu olduğunu kabul edip, romantik ilişkilerdeki hikayelerin nasıl bir yolculukla yazıldığını anlamak, o hali kabullenmek ve sevmek işleri kolaylaştırabilir. İlişkilerdeki sürtüşmelerin, tartışmaların, çatışmaların altında yatan, geçmiş ile bağlantılı birçok neden olabilir. Çoğu zaman romantik ilişkilerdeki katı tutumlar çocukluk ihtiyaçlarından gelir. Önce kendimizi ve sonra partnerimizi keşfe karşı ne kadar ilgili ve esnek olursak ilişkinizde mutluluğunuz o kadar artar.
Destekleriniz ve eleştirilerinizi için lütfen yorum yazınız. Teşekkürler.